22 Aralık 2013 Pazar

Life of Pi (Pi'nin Yaşamı)

2010 yılının en iyi filmlerinden olan “Life of Pi” gerçekten iyi izlenmesi ve analizlenmesi gereken bir film. İçinde barındırdığı birçok sembol ve fantastik öge kimi zaman aklımızı karıştırabiliyor. Genellikle bolywood olduğu için önyarıgyla yaklaşılan bir film olmasına rağmen beklentilerin çok üstünde olduğu tartışılmaz bir gerçek.  “Brokeback Mountain” (Brokeback Dağı, 2005) filmiyle En İyi Yönetmen Oscar’ını kazanan Ang Lee, “Life of Pi” ile ikinci en iyi filmine imzasını atıyor. Din ve inanç kavramlarını mükemmel şekilde işleyen ve görsel açıdan çok etkileyici olan bu filmin bir defa da olsa sinemada üç boyutlu izlenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Filmin konusuna gelirsek;
“Pi’nin Yaşamı” aslında Pi adında bir gencin hayatta kalma ve aydınlanma sürecini anlatıyor. Babası bir hayvanat bahçesi sahibi olan Pi’nin ailesi ekonomik durumlarının kötüye gitmesiyle Japon kargo gemisiyle Kanada’ya yaptıkları göç esnasında başlarından geçen kaza ve kazadan kurtulabilen Pi’nin cankurtaran botunda 227 gün süren hayatta kalma savaşını anlatan filmde bu savaşı daha da zorlaştıran şey Pi’nin botu Richard Taylor adında bir kaplanla paylaşmak zorunda kalması. Pi’nin bu zorlu yolculukta giderek yalnızlığa gömülmesini en iyi şekilde anlatan Agn Lee, bu yolculukta seyirciyle hem Richard Parker, hem de Pi arasında duygusal bir bağ kuruyor. Filmde özellikle uzayın okyanusla birleştiği sahnelerde Mychael Danna’nın müzikleriyle her şeyini kaybetmiş bir insanın ruhsal dünyası başarılı bir şekilde aktarılmış. Filmde müzikler ve görseller birbirini en güzel şekilde tamamlayarak seyirciyi etkisi altına almayı başarıyor. Filmin sonunda seyirciyi şaşırtmayı başaran Ang Lee aynı zamanda da düşünmeye iterek sunduğu iki ayrı hikayenin hangisine inanacaklarını kendi düşüncesini üstü kapalı bir şekilde aktarsa da yine de seyirciye bırakmış.





Yazının bu kısmına başlamadan önce artık yazacaklarımın filmin içeriği ve detaylarından oluşacağını ve ister istemez spoiler barındırdığını belirtmek isterim. Ayrıca aşağıda inceleyeceğim sahneleri kendiniz keşfetmek isteyebileceğinizden yazının devamını filmi izledikten sonra okumanızı tavsiye ederim. 

Yetişkin Pi’nin evine gelen yazara O’nu Tanrı’ya inandıracak bir hikaye anlatacağını söylemesiyle başlayan filmde ciddi bir din ve inanç teması işleniyor. 11 yaşındaki Pi’nin kişiliğini bulmak için birçok dinden etkilenmesiyle devam eden dakikalarda Pi, din ve bilim savaşına girerek, Tanrı yolunda mantıklı cevaplar aramaya başlıyor. Hinduizm, Hrıstiyanlık, Müslümanlık ve hatta Musevilik inançlarını hepsine birden inanan Pi’nin isteği zamanla sadece doğaya saygı çerçevesinde yaşayan iyi bir insan olmak oluyor.

Filmde anlatılan mucizevi olaylar başlamadan önce çok önemli bir olay gerçekleşiyor. Richard Parker’la baş başa kalmadan önce botu bir zebra, bir sırtaln ve bir orangutanla paylaşırken pi, sırtlanın ayağı kırık zebrayı yedikten sonra orangutanı öldürmesini ve hemen ardından botta olduğunu fark etmediği Richard Parker’ın sırtlanı öldürmesini izliyor. Aslında bu izlemenin nedeni filmin sonunda anlattığı alternatif hikayeyi duyunca anlıyoruz. İşte burada sembollerin filmde ne kadar ince ve akıllıca kullanıldığını ve insanoğlunun aslında ne kadar acımasız ve vahşi bir varlık olduğnu daha iyi görüyoruz.  Zebranın denizci, sırtlanın aşçı, Pi’nin kaplan ve annesinin orangutan olduğunu anladığımız bu hikayede aslında açlıktan deliren aşçı ayağı kırılan denizciyi öldürüp yediği, daha sonra Pi’nin annesini öldürdüğü ve beklenmedik bir çıkışla Pi’nin de aşçıyı ölüdrerek botta yalnız kaldığı gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz. Hayatı boyunca doğayla barışık, tek bir canlıyı bile incitmemiş Pi’nin birçok ölüme tanıklık etmekle kalmayıp, bir katil olduğunu anlıyoruz.

Gerçek hikaye ortadayken Pi’nin kendini bu kendi hayal ürünü olan hikayeye inandırmasındaki tek neden umudunu kaybettiği hayata tutunabilmek ve tekrardan yeni bir hayata başlayabilmek. Filmin sonunda Pi’nin yazara hangi hikayeye inandığını sorduğunda yazarın ilk hikayeyi “daha iyi” bularak ona inanması da acı gerçekleri kabullenmenin aslında ne kadar zor olduğunu bir kez daha gösteriyor. Kişi zaten mucizelerle dolu olan ilk hikayeyi kabul ettiğinde ister istemez Tanrı’nın da varlığını kabul ederken, ikinci hikayeye inandığı zaman insanların aslında ne kadar acımasız, günahkar ve kötü olduğu gerçeğini kabullenmiş oluyor.
Filmde Pi’nin aslında Parker olduğu küçük sembollerle gösteriliyor. Başta kaplanın bota çıkmaya çalışırken balıklarca aşağı çekildiğini gösteren Ang Lee, aslında kaplanın bota hiç çıkmadığını belirtiyor. Daha sonra botta beyaz muşambanın altından çıkan sırtlan da bu durumu destekliyor çünkü o küçük alanda bir sırtlan ve bir kaplanın yan yana durması imkansız bir olay. Film boyunca Pi’nin ve Parker’ın yatışından duruşuna, bakışından hareketlerine kadar neredeyse aynı olması dikkat edilmesi gereken bir diğer unsur. Kaplanın gözüyle başlayan karakterlerin varoluşlarını ve hayallerini gördükleri sahnenin Pi’nin gözünde sona ermesi de bu durumu destekliyor. Filmin sonunda Pi kurtulurken Richard Parker’ın da arkasına hiç bakmadan ormana girmesi özgürlüğün en iyi sembollerinden biri olmuş.

Filmde bir diğer garip sahne tabii ki ada sahnesi. Burada Pi’nin annesinin çürümeye başlamış bedeninden kurtulması temsil edilmiş aslında. Adanın ona huzur ve konfor vermesiyle Pi’nin hala annesinin yanında uyuduğunu fark ettiğimiz filmde Pi’nin eline annesinin dişinin gelmesi bazı şeyleri anlamasına yardımcı oluyor. Aşçı tarafından öldürülen annesinin bedenini suya atmadığını fark eden Pi, hastalık kapmamak için bu zor görevi sonunda gerçekleştiriyor.

Peki bu kadar hayvan varken Pi neden kendini bir kaplanla özdeşleştirdi sorusunun cevabı ise filmin en başındaki sahnelerden birinde saklı. 11 yaşındaki Pi’nin Richard Parker’ı eliyle beslemek istemesiyle kolunu kaptırmaktan son anda kurtulduğu sahnede babası Pi’ye hiç unutamayacağı bir ders vermek istiyor. Parker’ın keçiyi parçalamasını canlı bir şekilde izlemek durumunda kalan Pi aslında çok büyük bir travma yaşıyor. Bu travmanın sonuçları gemi kazasıyla ortaya çıkıyor ve Pi kendini Richard Parker’la özdeşleştiriyor.
Sonuç olarak “Life of Pi”, bir insanın hayatta kalma mücadelesinin sembollerle mükemmel bir görsel şölene çevrilmiş bir başyapıt olarak karşımıza çıkıyor. Filmde kullanılan müzikler ve yerinde kullanılan üç boyutla daha da içine girilen bu film kesinlikle izlenmeye değer!


Oscar Ödülleri
-          En İyi Yönetmen: Ang Lee
-          En İyi Görüntü Yönetmeni: Claudio Miranda
-          En İyi Görsel Efekt
-          En İyi Müzik: Mychael Danna

Oscar Adaylıkları
-          En İyi Film
-          En İyi Uyarlama Senaryo
-          En İyi Kurgu
-          En İyi Sanat Yönetmeni
-          En İyi Ses Miksajı
-          En İyi Ses Kurgusu
-          En İyi Şarkı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder