Zaman akıp giderken insan kaybettiklerinin farkına varmıyor.
Kırdıklarının, kırıldıklarının… Bazen kendi isteğiyle çıkamadığı ortamlardan
dışlatıyor kendini, bazense sadece daha fazla kırılmamak için kırmakta buluyor
çareyi… Konuşuyor, susmamacasına… Dilin kemiği var mı ki durdurabilsin!
Açıldıkça açılıyor, öfkelendikçe sivriliyor kesiyor her şeyi!
Sus be kadın biraz! Sus!
Sus ve dinle… Sessizliği, olup biteni, konuşulanları,
konuşulmayanları ve konuşulamayacakları…
Artık biraz dinlen. Elin kolun dursun durduğu yerde. Çekil çekilebildiğin
kadar kenara ve otur izle. Kimseye hesap vermek zorunda değilsin. Sessizce
çekip gitsen kim farkına varır ki zaten?
Kimse…
Yaptığın iş senin olsun, yapamadığın senin… Mutluluğu da
üzüntüsü de bırak senin olsun sadece. Kimsenin yardımıyla zorlayarak gelme
artık bir yere, yapabiliyorsan yap! Baktın yapamıyorsun bir bok, eh o da senin
aptallığın kabullen, çekil.
Basit; sus, çekil, izle, dinle, bakma – gör, yapabildiğinin
en iyisini yap, yapamadığını zorlama.
Kendin ol olabildiğince! Bırak kabul eden böyle kabul etsin
seni.
Ama sen, sen ol işte… Asıl sorun da burada değil mi… Canın
acıdıkça acıtasın, hırçınlaştıkça daha da parlayasın geliyor yok yere. O zaman
da ‘sen’ mi kalıyor ortada…
Neyse, sen yine de sus artık. Sessizce et vedanı, yeterli…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder